İĞNENİN UCUNDA

Babası pikabı fişe taktı, döner tablaya Jerry Lee Lewis’in “Whole lot of Shaking’ Going On “ adlı plağı koydu , döner düğme rakamını 33 ‘e getirdi ve kolu plağın üzerine bıraktı. Uğultu ya da cızırtı benzeri ses ile çıkan müziği öyle yadırgadı ki “bu mu müzik” dedi içinden.

FUAT CENK ONAT

10/29/20247 min read

a bunch of records that are on a table

Ses biraz zayıflamıştı. Bunu Mp3 çaların yukarı tuşuna basarak bertaraf etmeye çalıştı. İlk hamlede olumlu sonuç verdi bu çaba. Ancak çok kısa bir süre sonra öncekine göre daha da azaldı ses ve sonra aniden sustu. Aynı şarkıyı üç kez dinlemiş olmasına rağmen kendini dördüncüyü, beşinciyi ve belki de daha fazlasını dinlemeye o kadar hazırlamıştı ki o anki sessizliği kabullenemedi. Son zamanlarda gerek evde gerek okulda kendini gösteren huysuzluğunu dinlediği müziğe bağlayanları haklı çıkarırcasına hiddetle odasından çıktı ve aynı hızla babasının odasına girdi. Evde kimse olmamasından kaynaklı tenhalık ve aradığı şeyin kolay bulunabilir bir şey olması biraz olsun sakinleştirdi onu neyse ki. Bu düşünceyle çalışma masası çekmecelerini, kitaplık dolaplarını açtı, karıştırdı ve kapadı.

“Topu topu iki kalem pil!” diye söyleniyordu her sonuçsuz dolap araştırmasından sonra.

Çaresizlikten eğilip altını taradığı kanepeden sonra tek bakmadığı yerin elbise dolapları olduğunu fark etti. Hemen oraya yöneldi. Asılı ceket, pantolon ve diğer ıvır zıvırların altında kalan, dışarıdan da görülmesi zor bir kapak gözüne çarptığında içinde bir heyecan hissetti. İş pil aramaktan çıkmış ufak çaplı bir keşif turuna dönüşmüştü çünkü. Kapağı çektiğinde ne olduğuna anlam veremediği düzgünce sıralanmış büyük zarf benzeri bir sürü şey gördü. İçlerinden birini aldı. Bu zarf benzeri şeyin üzerinde The Byrds, Mr. Tambourine Man yazıyordu. Bu yazının hemen altında ise bir daire içine yerleştirilmiş bir fotoğraf ve bu fotoğrafın içinde de kakülleri göz hizasına gelecek şekilde dökülmüş birbirinin tıpa tıp benzeri beş adam vardı. İçinde ne var diye bakmak için ters çevirdiğinde ise bu zarf benzeri kutudan daire şeklinde siyah bir nesne halının üstüne düştü. Ne olduğuna anlam veremediği bu nesneyi tekrar yerine koydu. Diğer bir tanesini aldı. Bunun üzerinde ise Supreme, Keep Me Hangin’ on yazıyordu. Fotoğrafın kahramanları ise bu sefer saçları aynı şekilde yapılmış birbirinin benzeri üç kadındı. Belki yirmi beş otuz tane vardı bunlardan. Tam birine daha el atacaktı ki bir ses patladı ensesinde.

“Araştırma derin desene!”

Arkasında duran babası mı çok haşmetliydi yoksa kendi mi çok küçülmüştü bilmiyordu ama nokta kadar hissettiği bir gerçekti.

“Ben pil için şey…”

“Lafı geveleme!” dedi babası önce sert sert ama sonra yüzündeki gerginlik yumuşadı ve yanına çöktü oğlunun.

“Unutmuştum ben bunları! “ deyip sırayla aldı oğlunun elinden bu nesneleri kırılacakmış gibi dikkatli.

Gülümser gibi bakıyordu şimdi yaşlı adam.

“Bunlar ne baba?” diye sorma cesaretini de bu gülümsemeden aldı zaten.

“Bunlar ne mi? Bunlar gençliğim! Bunlar müzik! Hem de tertemiz müzik. Yani kısacası bunlar plak oğlum!”

Kaset diye bir şey duymuşluğu hatta evdeki müzelik müzik setinin kasetçalarında tesadüfen bulduğu birinin içini merak edip açtığında ortalığı banda boğmuşluğu vardı da sadece bir iki kez ismini duyduğu ama üzerinde durmadığı plağı görmüşlüğü bilmişliği yoktu. Buydu demek plak.

“Nasıl dinleniyor bunlar peki?”

“Bakıyorum çok ilgilendin “ dedi babası kinayeli.

“Öylesine sordum işte “ diye karşılık verdi o da umursamazmış gibi ama aynı zamanda içini kemiren meraka engel olmaya çalışarak.

Sorusuna bir açıklama getirmek yerine yanından kalkıp giden babasıyla olan ilişkisinin neden daha iyi gitmediğine kendince bu plaklar üzerinde daha olumsuz bir mana katmaya hazırlanıyordu ki ıvır zıvır her şeyin atıldığı yüklükten gelen seslerle duraladı. Çok değil birkaç dakika sonra elinde eski püskü bir çantayla çıkageldi yaşlı adam.

Çantaya “bu ne böyle?” der gibi bir ifadeyle bakan oğluna “öyle bakma! Plaklar nasıl dinleniyor diye sormamış mıydın sen demin” dedi.

“Evet”

“Eee! İşte bununla , yani pikapla dinleniyor” deyip yanına çöktü babası tekrar ve mandallarını açtı çantanın. İçinden çıkan şey ,basit bir plastik kaplama aygıt görünümündeydi. Aygıtın üzerinde ucunda sivri bir cisim olan -ki bu bir iğneye benziyordu -bir kol, yuvarlak bir tabla ve tablanın yanında birbiriyle hiç alakası olmayan rakamları kumanda ettiği anlaşılan döner bir düğme vardı.

“Bu mu çalıyor plakları” diye sordu inanmaz bir ses tonuyla.

“Evet. Bu çalıyor. Daha doğrusu çalıyordu”

“Çalıyordu derken?”

“Bozuk! Kolun ucunda duran şu şey var ya işte ona iğne deniyor. İğnenin değişmesi lazım”

“Ne olacak yani?”

“Ne olacak? Tabii ki tamir ettirilecek.”

“Ciddi misin?”

“Neden olmayayım. Dinlemek istemiyor musun plakları?”

Müziğini dinliyordu zaten. Böyle garip bir aygıttan çıkacak sese ihtiyacı var mıydı ki?

“Arto Usta’ya işimiz düştü” dedi babası kendi sorduğu sorunun cevabını beklemeden .

Yaşlı adam kararlı ve aynı zamanda da heyecanlıydı.

Bu geceden sonraki iki gün babasının elinde o çantayla gelmesini bekledi ama bunu belli etmemeye çalıştı babasıyla süregelen mesafeyi korumak için. Bu iki gün hiçbir gelişme olmayınca üçüncü günün de böyle geçeceğini varsaymıştı kendince. Ama kapıdan ofluya pufluya giren babasının elinde gördüğü çanta dizginlemeye çalıştığı heyecanını tekrar yukarılara taşımıştı. Hızlı çekim yenen yemekten eş ve annenin şaşkın bakışları arasında kalkan baba oğul soluğu odada aldılar.

“Hazır mısın” diye sordu babası iştahla.

“Bakıyorum işte!” cevapladı o da kayıtsız görünme çabasını sürdürerek.

Babası pikabı fişe taktı, döner tablaya Jerry Lee Lewis’in “Whole lot of Shaking’ Going On “ adlı plağı koydu , döner düğme rakamını 33 ‘e getirdi ve kolu plağın üzerine bıraktı. Uğultu ya da cızırtı benzeri ses ile çıkan müziği öyle yadırgadı ki “bu mu müzik” dedi içinden. Mp3 çalarının pürüzsüz sesi aklına getirdi o anda. Koskoca bir aygıttan çıkan ses bu muydu yani? Plak bitine kadar zor dayandı ve sonlandığı anda da hiçbir şey söylemeden babasının yanından ayrıldı. Büyük hayal kırıklığı yaşıyordu. Göstermelik bir ders çalışma eyleminden sonra yatağına uzandı. Pilini yenilediği Mp3 çalarını kulağına taktı. İlk parça çalarken ikincisini , ikinci bitmeden de üçüncüsünü seçti ama keyif alamadı. Bunu yorgunluğa bağlayıp kulaklığı çıkardı kulağından. Ertesi sabah tatsız uyandı, tatsız bir kahvaltı yaptı ve bu tatsızlıkların üstesinden gelmek için genelde yaptığı gibi kulaklıklarını taktı. En sevdiği parçayı seçti listeden ama her zamankinin tersine bir heyecan ya da bir kıpırtı hissetmedi içinde. Bunun yanında her ne kadar kendine itiraf etmek istemese de müziğin gürültüsü ve sertliği de pek hoşuna gitmedi. Ne oluyordu ki böyle? Neydi sürekli dinlediği müziğin tadını kaçıran?

Ne akşam eve gelirken, ne yemekten sonra , ne ödev yaparken ne de yatarken açmak gelmedi içinden Mp3 çaları. Onsuz hiçbir şey yapamazken şimdi istemiyordu ne kulağında ne de yanında. Kimseye “iyi geceler” demeden yattığı yatağında gözleri kapanmak üzereyken kapalı oda kapısından sızan melodiler duydu. Bunların televizyondan geldiğini farz ederek önemsemedi önce. Ancak içinde bir şeyleri harekete geçiren ezgilerin yoğunluğuna daha fazla direnemedi. Kalktı Kapısını araladı. Bunlar bir gece önce garipsediği hışırtılara eşlik eden tınılardan başkası değildi. Odasından çıktı. Sesin kaynağına, babasının odasına yöneldi. Babası koltukta uyuyakalmıştı. Ama plak dönüyor, odayı hatta evi sese boğmaya devam ediyordu. Yere oturdu küçük bir çocuk gibi. Küçümsediği hışırtıların dahi bir ritme sahip olduğunu o an duyumsadı. Tam bu sırada müzik durdu bir anda. Plak dönüyor ama çalmıyordu. Babası hala uyuduğu için plak çıkarma işi kendine kalmıştı. Yapılabilecekleri uygulamaya başladı tahmini ve tedirgin bir şekilde. Önce kolu kaldırdı. Bu eylemi takiben döner tabla durunca da rahatladı. Plağı döner tablanın üzerinden aldı. Bu ortamı böyle bırakabilir ve gidip yatabilirdi ama istemiyordu bunu. Tanımı güç bir heves vardı içinde. Masanın üzerinde duran plaklardan üzerinde Ben E.King yazılı olanı bir cesaret eline aldı. Zarfından çıkardı. 45’lik ibaresini gördüğü için döner düğmeyi 33’den 45’e getirdi babasından gördüğü gibi. Bir gözü hala yaşlı adamdaydı. Hala uyuyordu. Gençliğine gitmiş ve orada kalmak istermiş gibi derin derin uyuyordu hem de. Plağı tablaya oturttu. Kolu getirip plağın üzerine bıraktı ve iğnenin ilk temasıyla oda hışırtılı bir sese boğuldu tekrar. Hipnotize olmuş gibi yere çöktü. O an aklına, hışırtılı bir melodinin, modern yapılardan çıkan pürüzsüz müziğe karşı nasıl bu kadar daha içten hissedebildiği sorusu geldi. Bunun sebebi ,o iğneyle plak arasındaki incecik temas sayesinde ortaya çıkan ve başta babası olmak üzere o dönemin insanlarını mest eden doğallık mıydı yoksa şimdiki zamanın tersine müziğe dokunabilme ayrıcalığıydı acaba?

Başını dizlerinin üstüne koydu. Müzik öyle doğal akıyordu ki ,neden ve sonuçları düşünmek yerine sadece dinlemenin daha evla olacağına karar verdi ve gözlerini kapadı. Uzun zamandır içini kemiren, aklını yoran huzursuzluk ve kızgınlık yavaş yavaş yok oluyordu şimdi.